22 Şubat 2016 Pazartesi

Kara Kız - Bernard Shaw / Tanrı'yı Arayış

Kara Kız bir misyonerle karşılaşıp onunla din hakkında konuştuktan sonra Tanrı'yı aradığı bir yolculuğa çıkan kız hakkında. Önceki yazımda bahsettiğim Kabil tek bir karakter üzerinden tüm bir din tarihini anlattığı gibi Shaw da Kara Kız'ı ile dünyanın din konusunda değişen paradikmalarını gösteriyor bize. İncil'in kıssalarını yalanladıkça İncilden bir kısım toz olup uçuyor. Sonunda incil bitiyor bu sefer bilime ve sonunda müslümanlara doğru akıyor konu. Ayrıca kitap bir kara kızın gözünden anlatılmış, kendinden tamamen farklı bir din ve kültür  yumağı ile tanışan bir kızın sorgulaması olarak ayrıca dikkat çekici. Önceki yazımda değindiğim gibi dışarıdan beyaz adamın getirdiği din ve ideolojiler eleştiriliyor. Yine önceki yazımda bahsettiğim gibi dinin siyahiler için ayrı bir anlamı var. Din onlar için bir seçim değil zoraki bir kabulleniş oldu çünkü. Elli sayfalık bu öykü hakkında bol spoiler içerecek yazımda kısaca bu anlatılanları kendimce çözümleyeceğim. 


Karakterimizin karşılaştığı ilk Tanrı İbrahim'in Tanrı'sı oluyor. Gökleri ve yerleri yarattım diyerek hemen bir bedel istiyor, kurban. Aynı konu Kabil'de de işlenmişti ve bakış açılarının benzer olduğunu söyleyebilirim. Yazı bunun üzerinden hem incile gönderme yapmış, hem de ilk çağın o karanlık Tanrılarına. Kurban hadisesi hep Tanrı'nın kibrinin bir göstergesi olarak anlatılageliyor ateistler tarafından. Bu olaya inanırların verdiği yanıt tabii ki bambaşka. İlk olarak Hz İbrahim çok tanrılı dinlerin egemen olduğu bir coğrafyaya gelmişti. Hikayesi bir Tanrı arayışıyla başladı. İnsanların taptıkları şeyleri gözlemledi ve acziyetlerini fark edip en sonunda Tek Tanrı'nın varlığını kabullendi. O noktadan sonra Tanrı ile iletişimdeydi zaten ancak bir noktada eski alışkanlıkları vardı. Tanrı'dan oğul isterken bu yüzden ona karşılık kendisinin de bir şey vermesi gerektiğini düşündü ve kurbana karar verdi. Tanrı'ya edilen duaların ağırlığı vardır, karşılayamayacağın şeyler istememelisin. Kaldı ki o bir peygamberdi. Tanrı kurban isteğini önce kabul etti ve bunu hatırlatıp talep etti. Sonra da yerine bir koç göndererek merhametini ve İbrahim'in tanıdığı sözde Tanrı'lardan farklı olduğunu gösterdi. Zaten oğlu da yine Tanrı yolunda savaşan bir peygamber olarak O'na hizmet etti. Miladı bu olay olarak görülen kurban hadisesine dini bir ritüel olarak itirazım yok aslında. Ancak her şeyde olduğu gibi insanlar bunu da uygularken amacından fazlasıyla saptırıyorlar. İlk olarak özellikle Arap coğrafyalarında koca develer katlediliyor ve bundan gelen etlerin büyük kısmı maalesef ziyan oluyor. İkincisi etin büyük kısmı kursağından et geçmeyenlere dağıtılması gerekirken biz bu konuda da kendimize aslan payını ayırmaktan geri durmuyoruz. Bu işin hayvan hakları boyutuna gelirsek de et yemeği vahşice bulan vejeteryanlardan değilim ama kurban kesimi normalde hayvanı ürkütmeden nazikçe yapılması gerekirken hem onları korkutan hem de acı veren şekillerde acemice yapılıyor. Tüm bunlar birleşince kurban yersiz bir vahşete dönüşüyor. Hiçbir Tanrı'nın da doğru düzgün yapılmayan ibadeti kabul edeceğine inanmıyorum. 

İkinci Tanrı Eyüb'ün Tanrısı oluyor. Eyüb kıssasına ve kötülük problemindeki yerine daha önceki yazımda zaten değinmiştim bu yüzden bu kısmı fazla uzatmadan Kabil'deki gibi bir bakış olduğunu söyleyebilirim. Ancak bu noktada Tanrı'nın karakterimizle olan konuşmaları bana "Oku." diye başlayan Kur'an'da sürekli düşünmenin sorgulamanın vurgulandığını bir kenara bırakıp sofu kafasıyla dine inananlara da bir eleştiri çıkardım. Bu kişiler insanların arayışının önünü kapayarak boşluğa itiyorlar. Bunları başınızdan kara kız gibi kovalamalı ve kafanızı bulandırmalarına izin vermemelisiniz. Kitapta yine sorbulamamasını söyleyen Mika peygambere (bunun bizdeki karşılığını hiç bilmiyorum bilen varsa aşağıda söylesin) verdiği yanıt da bu anlamda manidar.

Kendi yolumu kendim bulayım diye bana göz vermiş Tanrı. Bana bir akıl vermiş ve bu aklı kullanmayı da bana bırakmış. Şimdi ben ondan benim yerime görüp, benim yerime düşünmesini nasıl isteyebilirim?

Yolu Pavlov'a gönderme bir karaktere düşüp bilimi sorguladığında öykünün derdinNin dinle olmadığını iyice bir anlıyorsunuz. Sanayi devrimi sonrası iyice yükselişe geçen bilim yaratılmak istenen modernist dünyanın tek gerçeği olarak görülüyordu. Comte bu konuda en uç noktaya vararak tüm dinleri reddetti ve dinin üstlenmesi gereken ahlak probleminin sorumluluğunu da Sosyoloji'ye yıktı. Hatta daha da ileri giderek "Sosyoloji bir dindir, peygamberleri de sosyologlardır." diyebildi. Tolstoy'un İtiraflarım kitabına bakarsanız bu paradikmanın etkilerini de açıkça görebilirsiniz. İnsanlara bu asla yeterli gelmedi. Dinden koptular ve boşluğa düştüler, dayanaklarını kaybettiler. Tutunamayanlar doğurdu bu boşluk, yalnızlaştı, yabancılaştı. En sonunda kimisi delilik kapısına sığınıp tımarhaneleri doldurdu, kimisi de intihar yolunu seçti. Hayat modernleşme teorisyenlerinin öngördüğü mutlak dönüşümü de vermedi. Pavlov ise bu konuda bilimin Tanrı'sının çok basit gerçekleri ararken bile bir çok hayvan, insan canına kıyabildiğini merhametsiz ve kötü gördüğü Tanrı kadar kötü olduğunu gösteriyor. Bugün yasal olmasa da Afrika'da pek çok kişi ilaç deneylerinin kurbanı oluyor, savaş bölgelerinde insanların organları çalınıyor, fabrikalar dünyayı zehirlemeye devam ederken aynı zehir yediğimiz içtiğimiz her şeye bulaşmış durumda ve bizi azar azar ölüme sürüklüyor. Modernizmle birlikte yükselen kapitalizm Tanrısı ise apayrı bir muamma. Sanırım şu diyalog içinde olduğumuz tabloyu çok iyi anlatıyor.

"Tüfeklerimiz sizi insan yiyen aslandan, insanları ezen filden kurtarmadı mı?"

"Onlardan kurtarıp insan döven esir sürücüsünün, insanları ezen efendinin eline teslim etti. " dedi Kara kız. "Aslan ve fil toprağı bizimle paylaşırdı. Onlar bedenlerimizi yedikleri ya da ezdikleri zaman ruhlarımıza dokunmazlardı. Yeteri kadar yediler mi daha fazlasını istemezlerdi. Ama sizin açgözlülüğünüzü hiçbir şey doyuramaz. Kuşaklar ve kuşaklar boyu biz karaları ölesiye çalıştırır, her biriniz bizden yüz kişinin yiyebileceğinden, harcayabileceğinden fazlasına sahip olursunuz; ama yine de bizleri gittikçe daha az besin, gittikçe daha az giyecek karşılığında hem daha sıkı, hem daha uzun süre çalışmaya zorlarsınız. Kendiniz için yeter olanın ya da bizler için yeterden az olanın ne demek olduğunu bilmezsiniz. Hem bize sattığınız malları alacak paramız yok diye durmadan homurdanırsınız. Hem de bize hep daha az para vermekten başka çare bulamazsınız. Hepiniz sahte Tanrı'ların kullarısınız da ondan. Putperestsiniz, yabanisiniz sizler. Sizler ne yaşamasını, ne de yaşatmasını bilirsiniz."

Yolu nihayetinde Arap'a düşüyor ve bir parça oryantalist bakışla müslümanlık inceleniyor bu sefer. Teslise (üç tanrı) karşılık tevhid (tek tanrı) anlayışı da iyi anlatılmış ki yazarın oturup bizi çalıştığı aşikar.

Kara kız "Misyoner hanım Tanrı'nın sihirli bir sayı yani bir içinde üç, üç içinde bir olduğunu söylüyor." dedi

"Bu çok kolay." dedi Arap. "Ben babamın oğlu, oğullarımın babasıyım. Buna bir de beni ekle bir içinde üç, üç içinde bir. İnsanın niteliği çok katlıdır, bir olan yalnız Allah'tır. O birliktir. O soğanın cücüğüdür, onsuz hiçbir şeyin olamayacağı cisimsiz merkezdir. O sayısız yıldızların sayısı, tartıya gelmez havanın ağırlığıdır."

"Sen muhakkak bir şairsin." dedi suret yapımcısı

Hz. Muhammed'e sürekli verilen bir tepkiyle ona şair demesi bile kitaba iliştirilmiş durumda anlayacağınız. Arapların çok eşli olması, kadınların toplumdaki durumu eleştirilerek hala bir yara olan kadının durumu konusu işleniyor. Arap ise dünyanın adaletsiz yaratıldığından bahsediyor. Doğanın aksine de Tanrı'nın izin vermeyeceğini, düzeltilemeyeceğini söylüyor. Ama en yüzümü güldüren kısım tartışmanın sonu oldu.

"Allah'ın öbür adaletsizliklerinden biri de son sözün kadınlara bırakılması kuralını koymuş olmasıdır." dedi Arap "Ben dilimi yuttum."

Suret yapıcısı "Ya bir erkeğin çevresini elli kadın alıp da, her biri son sözünü söyleyince ne olur?"

Arap gayet dokunaklı bir edayla "O bir tek erkeğin, bütün günahların kefaretini ödeyip Allah'a sığındığı bir cehennem olur." dedi

Kara kız arkasını dönüp giderken "Erkeklerin kadınlardan söz ettiği yerde Tanrı'yı bulamam ben." dedi.

Suret yapımcısı "Kadınların erkeklerden söz ettiği yerde de bulamazsın" diye arkasından seslendi.

Kara kız Tanrı'sını bulamıyor belki ama okuyanlara da dünyanın halini bir güzel özetliyor bu görüp yaşadıkları. Dünyanın acı gerçekleri karanlığı yüzümüze vuruluyor. Bunun için de özellikle iyi bir karakter seçimi yapılmış. Hem Kara yani o dönemler köleleştiren insan yerine bile konmayan bir ırktan hem de zaten ikinci sınıfa itilmiş bir cins olarak kadın. Olaylara Kara kız gözünden bakmak ilgili bir okuyucuya bambaşka bir bakış açısı kazandıracak.

2 yorum:

  1. Tanrı'ya inanmamak isteyen birine uygun bir kitaba benzemiyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında tam tersine ateist bir bakış açısı da var. Sonuçta kitapta İbrahim'in Tanrısı kurban isteyince Kara Kız'ı kızdırıyor ve elinde topuzu saldırarak Tanrı'yı kaçırıyor. Bunları sofu zihniyetteki birine anlatamazsın. Arkasındaki anlama bahsettiği ekole falan bakmaz Tanrı ile alay ediyo olarak görür. Ama bilime, kapitalizme, viktoryen asillere vs de göndermeler olması öyküye tarafsız bir duruş katıyor. Bir eleştri hiciv kitabı olarak okunmalı.

      Sil